Yaralı Kuş ve Çocuk

Cam kenarında oturmuş sokağı seyre dalmıştı çocuk.  Dedesi gelip başını okşadı.  “Sahile inelim istersen.” dedi.  “Hayır dede, her gün her gün benim için yoruluyorsun.  Bugün de evde oturalım.  Bana güzel masallarından anlat.” diye cevap verdi çocuk.  Dedesi sımsıkı sarıldı ve “Olur evladım, anlatırım elbet ama masala başlamadan evvel ben bir çay koyayım.” Diyerek mutfağa geçti.

Çocuğun dikkati o ara yakındaki ağaçta yan yana duran saka kuşlarına takıldı.  Erkek saka dişisini etkilemek için kanat çırpıyor, dans edermişçesine hareketler yapıyor, çeşit çeşit sesler çıkarıyordu.  Dişisi ise umursamaz bir tavırla bir ona bakıyor, bir başını çeviriyordu.  Çocuk erkeğin bu hallerine güldü.  Birden hiç beklenmedik bir şey oldu.  Bir sapandan çıkan küçük bir taş, o coşkuyla hareket eden erkek sakanın göğsüne isabet etti.  Oracıkta can verdi zavallı kuş.

Saniyeler içinde birkaç çocuk koşarak ağacın dibinde geldi.  Küçük kuşun, cansız bedeni başında zaferlerinin coşkusunu yaşıyorlardı.  Pencereden gördüklerine anlam veremeyen çocuğun gözünden iki damla yaş süzülüverdi.  Bu kuş onlara ne yapmıştı?  Tek derdi dişisini etkilemeye çalışmak, onun beğenisini kazanmak olan bir kuşun kime ne zararı dokunmuştu ki?  Onu öldürmek bu çocuklara ne kazandırmıştı da bu kadar sevinmişlerdi?

Çocuklar zavallı kuşun küçük ölü bedenini alıp uzaklaştılar.  Dedesinin sesiyle irkilen çocuk gözlerini silince dedesi endişeyle sordu.  “Ne oldu evladım?  Anneni babanı mı özledin yoksa?”  Çocuk titreyen bir sesle “Hayır dede, çocuklar güzelim kuşu yok yere öldürdüler, ona üzüldüm.” dedi.  Pencereden başını uzatan yaşlı adam uzakta sevinç çığlıkları atan çocukları gördü ama seslenmedi.  “Benim merhametli yavrum” deyip sarıldı torununa.  Gönlünü aldıktan sonra güzel bir masal anlattı ve çocuğun hüznünü biraz olsun dağıttı.

Anne ve babasından görmediği şefkati dedesinden görüyordu çocuk.  O yüzden yaz tatillerini iple çekiyor, soluğu dedesinin yanında alınca da sevgiye doyuyordu.  Birlikte kâh sahilde dolaşıyor, kâh tepelere tırmanıyorlardı.  Her ne yaparlarsa da dedesinin engin belleğinden dökülen hikayeler gezilerine eşlik ediyordu.  Çocuğun kuşun ölümünden bu denli etkilenmesinin sebebi belki de ölümle yüzleşmiş olmaktı.  Güzel güzel ötüp danslar ederken, bir anda hayattan kopup gidivermişti zavallı kuş.  Tıpkı bir gün biricik dedesinin de hayatından çıkıp gideceği gibi.

Bu hüzünlü düşüncelerle gece uykuya daldı.  Sabah uyandığında soluğu yine aynı pencerenin önünde aldı.  Dedesi evde yoktu, taze ekmek ve gazete almak için bakkala gitmiş olmalıydı.  Çocuğun uykulu gözleri birden fal taşı gibi açılıverdi.  Dün erkeğini kaybeden dişi saka aynı daldaydı ve bir ağıtı andırır şekilde ötüyordu.  Hayranlıkla onu izledi.  “Keşke” dedi “hüznüne ortak olabilseydim, acını paylaşabilseydim.”  Sonra aksi yönde, göz ucuyla bir hareketlilik olduğunu fark edip başını çevirdi.  Bir önceki gün, zavallı kuşun eşini öldüren suikast çetesi, yine iş başındaydı.  Biri sapanını germiş, kuşa nişan alıyordu.  Tam taşı fırlatıyordu ki çocuk bağırdı “Yapmaaa!” Nişan alan sapancı taşı o telaşla fırlatmış oldu.  Ancak penceredeki çocuğun bağırışı atışını tam istediği gibi yapmasına engel olmuştu.  Taş önce ağaca sonra da havalanan kuşun kanadına çarptı ve kuş yere düştü.

Penceredeki çocuk bu kez kayıtsız kalmadı.  Çevik bir hareketle pencereden atladı ve koşarak gidip yaralı kuşu yerden aldı.  Sapancı çocuk ve arkadaşları öfkeyle çocuğun üzerine doğru geliyorlardı ki arkadan tok bir ses duyuldu.  “Yavaş olun bakayım!” Bu dedesinin sesiydi ve tam zamanında yetişmişti.  Sapancı çocuklar hızla uzaklaştılar oradan.

Çocuk yaralı sakayı alıp eve götürdü.  Yarasını pansuman edip sardılar.  Önüne su ve yiyebileceği şeylerden koydular.  Kuş ise sanki hayattan vazgeçmiş gibi kayıtsız öylece duruyordu.  Çocuk üzüntüyle dedesine döndü “Kuş yaşamak istemiyor dede, önce eşini öldürdüler şimdi onu yaraladılar.  Bizim çabamız onu iyileştirmeye yetmeyecek sanki…” Dedi.  Dedesi eğilip çocuğu başından öptü: “Evladım, sevgi en büyük ilaçtır.  Sevginin iyileştirmeyeceği hiçbir yara yoktur.  Sen sevgini ver ona, gör bak nasıl iyileşiyor.”  Çocuğun yüzünde bir gülümseme belirdi, dedesinin sözünü dinledi ve tüm zamanını yaralı sakayı iyileştirmeye adadı.  Dedesinin veterinerden getirdiği merhem sürdü, yiyebileceği farklı yemlerden sundu.  Bunlardan da ziyade kuşa sonsuz bir sevgiyle yaklaştı.  Başta pek umursamaz duran kuş, gördüğü sevgiyle çocuğun yaklaşımına karşılık vermeye başladı.  Sevgi ve minnet dolu gözlerle ona bakıyor, verdiği yemleri yiyor, iyileşmek için çaba sarf ediyordu.  Henüz yaralanmasının üzerinden birkaç gün geçmişti ki kuş düşerken incittiği bacaklarının üzerinde seke seke yürümeye başladı.

Çocuk, güzel sakanın iyileşmeye başladığını gördükçe seviniyor, verdiği sevginin kuşun küçük kalbinde karşılık bulduğunu hissettikçe de mutlu oluyordu.  Bir hafta sonra saka,  dede torunu öterek uyandırmaya başlayacak kadar kendine gelmişti.  Henüz tam iyileşmediği için bu haliyle uçmasın, yoksa kısa sürede can verir endişesiyle, onu bir kafese kapattılar.  Saka gördüğü sevginin güzelliğiyle kafese kapatılmanın fenalığı arasında kalmıştı.  Sonsuz göklerde özgürce uçup sana sevgi ve şefkatini sunan bir insandan kaçmak mı?  Yoksa sevgiye ve şefkate boğulduğun, seni her kötülükten koruyup saklayan bir insanın kafesinde kalmak mı?

Sakanın aklında bu sorular dolaşırken, dedesi de çocukla aynı konuyu konuştu.  “Oğul, sen sakaya çok güzel baktın.  Onu sevdin, sevginle onun yaralarını sardın.  Fakat bilmelisin ki o saka buraya ait değil.  Sen onu ne kadar seversen sev, sen ona ne kadar şefkatle yaklaşırsan yaklaş, o iyileştiği an kanat çırpıp uçacak.”  Çocuk gözleri nemli “Biliyorum dede.  Bunu ilk günden biliyordum zaten ve ben o sakayı bu gerçeği bilerek sevdim.  Onun beni sevmesini de beklemedim, sadece iyi olsun istedim.  Ne var ki o da beni sevdi, bunu görüyorum.” Dedi.  Bu sözler dedesini hüzünlendirdi.  “Sevgi her yarayı iyileştirir demiştim ilk gün ama sevgi sihirli değnek değildir onu da bilmek gerekir.  Sevginin yetemeyeceği şeyler de vardır.  Bunu ne kadar erken kabullenirse o kadar az üzülür insan.” Dedi.  Çocuk bu gerçeği kabullendiğini gösterir şekilde başını salladı.

Güzel sakayı yaralı halde bulduğu günün üzerinden tam beş hafta geçmişti.  Dedesi yine ekmek ve gazete almak üzere bakkaldayken çocuk kafesi alıp pencerenin önüne geldi.  “Seni o dalda, eşin sana kur yaparken görmüştüm ilk.  Daha o an asil duruşuna hayranlık duydum.  Sonrasında sana kötülük etmek isteyenlerin eline bırakmadım ve sevgimle yaralarını, gücüm yettiğince iyileştirmeye çalıştım.  Çok sevdim ve senin de beni sevdiğini gördüm.  Fakat gördüğüm bir şey daha var ki sen özgürce uçmak istiyorsun.  Kanatlarını dilediğince çırpmak istiyorsun.  Yeni yerler, yeni kimseler tanımak istiyorsun.  Seni bu kafese hapsedemem ben.”  Diyerek kafesin kapısını açtı.

Saka çevik bir hareketle kapının kirişine kondu.  Sanki vedalaşır gibi güzel sesiyle son kez öttü ve hızlıca kanat çırparak pencereden uçup gitti.  Çocuk gözü yaşlı ardından baka kaldı.  Kuş gözden kaybolurken, sevginin bazen de vazgeçmek olduğu gerçeğiyle o an yüzleşti.

İki hafta sonra yaz tatili bitti ve dedesine veda ederek evinin yolunu tuttu çocuk.  Giderken ne o güzel sakayı ne de dedesini bir daha asla göremeyeceğini bilmiyordu.  Sevgi ve şefkatten bihaber anne ve babasının yanına döndüğündeyse, sevgisiz bir yuvanın bir kafeste kapalı kalmaktan farksız, hatta daha ağır olduğunu fark etti.

O yazdan sonra o sahil kasabasına sadece dedesinin cenazesi için gitti çocuk.  Orada geçirdiği tek gecenin sabahında bir kuş sesiyle uyandı ve pencereye koştu.  Ne kadar baktıysa da umduğunu göremedi.  Dedesiyle de güzel sakayla da bundan sonra ancak rüyalarında kavuşabilecekti.