Bu ıssız adaya düşeli kaç yıl olmuştu?  Ne zamandan beri tek bir insan yüzü dahi görmemişti hatırlamıyordu.  İlk zamanlar büyük bir umut besliyordu.  Birgün bu adadan kurtulacak, tekrar özlem duyduğu yuvasına dönecekti.  O umutla taştan bir balta yapmış, o baltayla kestiği ağaçları birleştirerek bir sal inşa etmişti.  Ne var ki yaptığı sal, ilk büyük dalgada dağılmış, kendisini zor bela adaya geri atabilmişti.

Denemelerine bir kaç kez daha devam etmiş ama hiçbirinde başarıya ulaşamamıştı.  Nihayetinde “ölmektense bu adada yaşamaya alışmalıyım” diyerek kendince adayı daha yaşanabilir kılmaya çalışmıştı.  Gerçek hayatta sevdiği, onu mutlu eden her ne varsa adada onun suretini yaratmaya çalıştı.  Bir kitaplık yaptı, içini kitaba benzer şekilde oyduğu ağaç parçalarıyla doldurdu.  Bir başka odun parçasını epey uğraşarak televizyona benzetti.  Karşısına geçip en sevdiği filmlerin hatırında kalan repliklerini seslendirdi.  Kafasının içinde oynayan filmi renksiz televizyonunda oynuyormuş gibi hayal etti.

Ağaçtan oyarak hayali arkadaşlar yaptı kendisine.  Onlarla yan yana oturup okyanusu izledi.  Siyasetten, kadınlardan, futboldan, geçmişten ve gelecekten konuştular.  Hayali arkadaşlarına kimselere anlatmadığı sırlarını açtı.  İlk kimi sevmiş, ilk hangi suçu işlemiş, en çok neden utanmıştı.  Çocuklar gibi kimin için ağlamış, kimin arkasından atıp tutmuş, kimin hakkını yemişti.  Kimi aldatmış, kime yalanlar söylemiş, kimden ölümüne korkmuştu.

“İnsan, kendisi gibi gördüğü birinin yanında ne kadar da geveze olabiliyormuş?” diye geçirdi içinden.  Neyse ki bu arkadaşları kimseye duyduklarını anlatamazlardı, hayalden ibaretlerdi neticede.

Bu adayı yaşanabilir kılmaya çalışıyordu çalışmasına ama birgün ufuktan bir geminin görünebilme ihtimalini de aklının bir köşesinde barındırıyordu.  Ne demiş şair “Umut en son terk olunan şeydir” o da umudunu en derinlerinde yaşatmaya devam ediyordu.  O yüzden çok uğraşarak inşa ettiği bir salı hazırda bekletiyordu.

Yine kaç gün, kaç gece, kaç yıl geçti bilmiyordu ama birgün, güneş tam tepedeyken, doğu yönünde, ufukta bir karartı gördü.  Daha dikkatli bakınca bunun doğudan batıya doğru hareket eden bir gemi olduğuna emin oldu.  Bir umutla, bugünler için yapıp sakladığı salı alarak denize doğru koştu.  Salın üzerine atladı ve hızla kulaç atmaya başladı.  Kısa sürede o kadar yol katetmişti ki kendisi bile şaşırdı.  Saatlerce uğraştıktan sonra gemiye epeyce yaklaştı.  Salın üzerinde ayağa kalktı ve bağırıp el sallamaya başladı.  Görmeliydiler onu, bunca emeğini karşılıksız bırakmamalıydılar.  Bağırdı, bağırdı…  Salın üzerinde deliler gibi hopladı, zıpladı, çırpındı.  Nafile…  Gemi onu görmeden, umursamadan, yoluna devam etti.

Gemi onu görmezden gelmekle kalmamış, üstüne bir de giderken ardında bıraktığı dalgalar ile salı da dağıtmıştı.  Büyük bir hayal kırıklığı ile kendisini uçsuz bucaksız maviliğin ortasında çırılçıplak bulmuştu.  Önce telaşla etrafında dönüp yönünü belirlemeye çalıştı.  Uzaktaki adasını görünce o yöne doğru kulaç atmaya başladı.

Üç beş kulaç atmıştı ki birden durdu.  “Ben ne yapıyorum?  Ne için bu çaba?  Hayali dostlarıma anlatacak neyim kaldı?  Hayali televizyonumda tekrar tekrar aynı filmi izlemek için mi tüm bu çaba?  Yeter…  Yoruldum.” dedi.  Ve öyle hareketsizce durmaya başladı.  Hareketsiz durduğu için yavaşça koyu mavi suların derinliğine doğru inmeye başladı.  “Hayır!  İntihar değil bu!” diye içsesini bastırmaya çalıştı.  “İntihar yalnızca kendi canına kastetmek midir?” diye sordu içsesi ve ekledi “Vazgeçiş de mücadele etmeyi bırakmak da bir nevi intihar değil midir?”

İç sesinin söyledikleri ona gerçeği göstermişti.  Hızla yukarı doğru yüzmeye başladı.  Ne var ki çok derine inmişti ve artık ne gücü ne nefesi onu yukarı götürmeye yetmiyordu.  Suyun ötesinde güneşi son kez gördü.  Son kez gülümsedi ve iç sesine “Sen de gördün, gerçekten çabaladım.” dedi.