Tarihçiler insanlık tarihini gelişim evrelerine göre çağlara ayırdılar. Bu tasnifte Yakın Çağ son çağ olarak tanımlandı.  Bu çağ yaşadığımız dönemi de kapsıyor. Henüz adı konmamış olsa da gelecek nesillerin ikibinli yılları “İletişim Çağı” olarak adlandırmaları kuvvetle muhtemeldir. İletişim, teknolojinin getirdiği imkanlarla, daha önce hayal edilemeyecek boyutlara ulaştı. Bilgi –çok zaman kirli de olsa- hızla yayılır oldu. İletişim; kültüre, tercihlere, yaşam biçimlerine ve hatta siyasal düşüncelere yön veren bir araç haline dönüştü. Bu yönlendirme neticesinde oluşan tercihler de popüler kültürü oluşturdu.

Malumunuz 7 Haziran seçimleri sonrası “Açılım Süreci” rafa kaldırılmış, terör örgütüne yönelik güçlü bir sindirme hareketine başlandı. Yazımıza konu olan “Türkçülük rüzgarı” bu olayla paralel gelişti. Terörle mücadele eden askerimizin, özel harekatçılarımızın kollarında taşıdıkları Göktürk armaları, Orhun alfabesiyle yazılmış “Türk” ibareli kollukları, tamgalar, sosyal medya aracılığıyla hızla yayıldı. Daha önce ne bu alfabeden, ne de Göktürk devletinden haberdar olan yığınlar bir anda bu değerleri sahiplenmeye başladılar. Bu kötü bir şey mi? Bana göre hem evet, hem hayır…

Hayır, kötü bir şey değildir. Çünkü ciddi millet olarak kendi milli değerlerinden bihaber milyonluk yığınlara sahibiz. Ki Türk Milleti, kendini diğer topluluklardan ayrı olarak bundan 14 asır önce tanımlamış; bu tanımı da Orhun Anıtları’na, kendine has bir alfabeyle kazımıştır. Millet tarifinin Fransız Devrimi ile ortaya çıktığının genel kabul gördüğünü de düşünecek olursak; 14 asır önceki bu tanımlamanın ne denli büyük bir öneme sahip olduğunu anlayabiliriz. Göktürk Devleti’ne özel önem atfedilmesine sadece bu hadise bile yeterlidir. Bu yüzden, bu değerleri gündeme getiren, bunu Türk Milleti’ne hatırlatan güvenlik güçlerimiz teşekkürü hak etmektedir.

Evet; çünkü şekilci bir anlayış hiçbir fikre, hiçbir kuruma ve olguya fayda sağlamaz. Özellikle sosyal medyayı takip ettiğinizde, daha önce bihaberce Göktürk bayrağını kullanan, ama söylemleriyle Türk Ülküsü’ne tamamen aykırı tavır sergileyen hayli fazla insana rastlamaktayız. Bu altı doldurulmamış, donanımdan yoksun Türkçülük anlayışı Türkçülüğe yarardan çok zarar getirmeye namzettir. Bize lazım olan şekilci bir Türkçülükten ziyade “Düşüncede Türkçü olmak” tır. Necdet Sevinç’ten yaptığım alıntıyı genişleteyim: “Düşüncede, sanatta, edebiyatta, Türkçü olmak. Hareket ve davranışta Türkçü olmak. Ekonomide, sermayede, iktisatta Türkçü olmak. Türkçü olmak! Türkçü olmak! Türkçü olmak!” Evet ihtiyaç tam da budur.

Salt etnik ya da milli nefretlere dayalı bir Türkçülüğün gençler arasında moda olduğunu üzülerek gözlemliyoruz. Oysa bu tarz bir yaklaşımın uzun soluklu olması da, başarıya ulaşması da imkansızdır. Milli gurur, milli kin, milli efsaneler, milli kahramanlar, milliyetçi duyguları besleyen ögelerdir. Ancak milliyetçiliği salt bu kavramlardan biri üzerine inşa etmek akılcılıktan uzaktır. Yusuf Akçura’nın, Gaspıralı’nın, Gökalp’in, Atsız’ın çerçevesini çizdiği ilkeler üzerinde ilerlemek, onları günümüz koşullarına göre güncellemek doğru yöntem olacaktır. Akçura, Türkçüye “Bir meslek, bir meziyet, bir irfan sahibi olmaya çalış, çalış ki maddi ve manevi kudret, servet edin. Yüksel ki Türklüğe faydan olsun” diyerek hedefi göstermiştir. Keza ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de benzer bir sözü vardır. “Vatanını en çok seven işini en doğru yapandır.”

Türkçü; “Türk soyunun üstünlüğüne inanmış kimse” olmakla birlikte; milletler/medeniyetler arasındaki yarışın devam ettiğinin bilincinde olan, bu yarışta Türk milletinin öne geçmesi için maddi manevi tüm gayreti sergileyen kimsedir. Bu bağlamda Türkçü, enerjisini boşa harcama lüksüne sahip değildir. Türkçü düşüncenin tohumlarını eken aydınların tamamı işlerinde nitelikli kimselerdi. Ziya Gökalp kıymetli bir sosyologdu.  Yusuf Akçura iyi bir tarihçi, Nihal Atsız hem kıymetli bir edebiyatçı, hem de saygın bir tarihçiydi. Keza Atatürk hem eşsiz bir asker, hem de ileri görüşlü bir siyasetçi/devlet adamıydı. Bu rol modeller göz önündeyken kendisini Türkçü olarak tanımlayan bir insanın; ne ideolojik, ne de mesleki açıdan yetersiz olmaya hakkı yoktur.

Gaspıralı’nın tüm Türkçülere şiar olan sözüyle yazıyı bitireyim. “Dilde, fikirde, işte birlik.”
Bu üç konuda da ileri seviyede donanımlı bir nesil.

Tasavvur ettiğimiz Türkçülük tam da budur…