Geçtiğimiz günlerde hükümete yakınlığıyla bilinen bir kanalda; yine hükümete yakınlığıyla bilinen, tarihçi kisveli meczupların Atatürk’e yönelik hakaret ve iftiraları gündeme oturdu. Hemen akabinde bir başka meczubun Zübeyde Hanım’a yönelik iftira ve hakaretleri sosyal medyaya düştü. “Troll” olarak adlandırılan hükümet beslemesi tipler de bu alçaklığa çanak tuttular. Hayli gür çıkan tepki dalgası sonrası bu aşağılık tipler hakkında hukuki süreç işletilmeye başlandı.

Bunlara yönelik öfke henüz dinmişti ki önce bir figüranın küfürlü videosu, ardından da Sakarya’da Atatürk heykeline baltalı saldırı haberleri geldi. Yine her iki olayda da kamuoyundan gür bir tepki yükseldi. Bu gür tepki bizi teselli etmiş olsa da bu aşağılık zihniyetin kendisinde bu cesareti bulmuş olması bizi şapkamızı önümüze koyup düşünmeye sevk etmelidir.

Sizi bundan tam 4 yıl öncesine, 28 Mayıs 2013’e, Gezi olaylarına götürmek istiyorum. Malum çevrenin ağzına pelesenk olmuş bir söz vardı hatırlarsınız: “3-5 ağaç için mi bu kadar yaygara koparıldı?”   Cevabı “Hayır”dı mesele 3-5 ağaç değildi. O 3-5 ağaç, biriken enerjinin açığa çıkması için bir vesile olmuştu sadece. Gezi olayları başlamadan bir gün önce, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan meclis grup konuşmasında “İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da” şeklinde bir cümle kurdu. Ben bunu o gün de, bugün de ısrarla savunuyorum ki tepkinin kitleselleşmesindeki en büyük etken o cümledir.

Ne 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkamayan Sol, ne de bir başka yapı Gezi’nin sahibi değildi. Gezi, devletinin kurucusuna hakaret edilen, kazanımları elinden alınmaya çalışılan Türk Milleti’nin net bir ikazıydı. Erdoğan sert çıkışlarına devam etmiş, Gezi’de adeta halkla inatlaşmıştı. Ama o günden sonra Atatürk’e karşı söylemlerinde azami dikkat sergiledi.
15 Temmuz sonrası gücünün doruğunda olduğunu hisseden Erdoğan, bu hissine rağmen Atatürk konusundaki özenini devam ettirdi.

Bugün bu saldırıların peşpeşe gerçekleşiyor olması akla ister istemez tek bir soruyu getiriyor: “Bu saldırının startı Saray’dan mı verildi?”

Bu sorunun cevabı hayır ise “neden her konuda hızla devreye giren yargı, bu konuda devreye girmek için kamuoyu tepkisini bekledi?” sorusunu sormak durumundayız.

Bu sorunun cevabı evet ise akla tek bir şey geliyor: “Saray Atatürk’ün halktaki karşılığını test etmek istedi.” TSK ile son dönemde gayet uyumlu çalışıyorken kendisi böyle bir saldırıda ön plana çıkmak istememiş olabilir. Bu uyumu bozmak, TSK’yı karşısına almamak için saldırıda maşalarını kullanmış olabilir. Tabii bunlar varsayım…

Varsayımları bir kenara bırakmak gerekirse; Cumhuriyetin son kalesi Gazi Mustafa Kemal’in bizzat kendisidir, manevi şahsıdır. Onun kültünü yıkmak, ona düşmanlık güden her yapının başlıca hedefi olmuştur, bundan sonra da olacaktır.

2014 yılının Ekim ayını hatırlayınız. 6 Ekim’de PKK’nın direktifleriyle başlayan terör eylemlerinde Güneydoğu’daki Atatürk büstleri hedef alınmıştı. Bugünün Gençlik ve Spor Bakan yardımcısı, o günlerin AKP Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim Boynukalın: “’Hızınızı alamayıp bütün Atatürk heykellerini yıksanız ne hoş olur…’ şeklinde Twitterda görüş bildirmişti.

İster Kürtçü, ister İslamcı, isterse de Komünist olsun; rejim düşmanlığı yapan tüm yapıların hedef aldığı ilk olgu Atatürk’tür. Çünkü “O” bu devleti taşıyan en güçlü sütundur. Onu yıkmak devleti yıkmakla eşdeğerdedir.

O yüzden; bu ülkeye, bu millete, zerre sevgi besleyen insan, Atatürk’ü hedefe koymamalıdır. Tüm aksi çabalara rağmen gönüllerden silinmediğini kabul etmeli, bu sadakati test etmekten vazgeçmelidir.

Gazi Paşa yenilmezdir, kabul edin artık…