30 Ağustos’ta Atatürk’ten başka bir konuyu yazmaya elim gitmedi. Hele ki aziz hatırası; toplu ve sürekli olarak saldırılara maruz kalıyorken onu anmadan geçmek olmazdı. Atatürk hayattayken olduğu gibi, bugün de bizlere çok uzaklardan yol göstermeye, rehber olmaya devam ediyor. Güzel yarınlar bizlere uzak değil, yeter ki onun rehberliğinden şaşmayalım.

Asla şaşmayan bir sağlamam var benim. Atatürk, doğruları bulmak için şaşmaz bir pusula, gerçek ile sahteyi ayırmak için bir turnusol kağıdıdır. Herhangi bir kişi veya kurumla alakalı, kafanızda soru işareti mi var? Onun milli günlerdeki tutumuna, Atatürk’e karşı bakışına dikkat edin. Bu konulardaki en ufak falsosu, o kişi veya kurumun gerçek yüzünü anlamınıza yetecektir.

Ben öyle yapıyorum… En sevdiklerim de dahil, Atatürk konusundaki saygısızlığa asla tahammül göstermiyorum. Aleyhinde olmasa dahi, mizah malzemesi yapılmasını hoş karşılamıyorum. Adının basit sohbetlere malzeme edilmesini doğru bulmuyorum çünkü. Bunun adına isteyen “Kutsiyet atfetmek” der isteyen “Tanrılaştırmak.” Kimin ne dediği çok önemli değil. Bize ders verenler dönüp önce kendi şirklerini sorgulasınlar.

Bugün, dini hassasiyetleri olduğunu öne sürenlerce “yol yabdı” dan öte bir argümanları olmadan birileri ilahlaştırılıyorsa; bırakın da yere düşen sancağı kaldıran; namusumuzu, onurumuzu, şerefimizi ayaklar altında ezilmekten kurtaran, ülkenin kurucu babasına hassasiyetimiz olsun.

Zamanında kimileri “Mücadele etmekte inat edersek, eldeki toprağımızdan da olacağız.” derken; kimileri “İngilizler artık İslam toprağının yeni koruyucusu olmuştur.” diye teslim bayrağı çekerken; kimileri de “Amerikan mandası bizim için en doğru seçenek.” diye bir yalana kendilerini inandırırken; bu seçeneklerin tamamını masadan kaldıran, “Ya istiklal, ya ölüm!” diyen ulu başbuğa hürmetimiz olsun.

Sadece İngiltere’nin kara gücü görevini üstlenen, donanımlı Yunan ordusuna karşı verilmedi Kurtuluş Savaşı. Kuzeydoğuda Ermeniler, Kuzeyde Pontusçu çeteler, Güneydoğuda kürtçüler, batıda Çerkes Ethem gibi çetecilerle de boğuşuldu. Yetmedi Kuvayı İnzibatiye’yle, yetmedi suikast timleriyle… Ve bunların tamamından da zor olmak kaydıyla; yoksullukla, imkansızlıkla boğuşuldu…

Yıllarca Fethullah Gülen ve aşağılık takipçileri tarafından zehirlenen onbinler, bugün Atatürk düşmanlıklarına iktidarın kanatları altında devam ediyorlar. Tarihçi etiketli meczuplara yayınevlerini açan; kitaplar, dergiler bastırarak Atatürk düşmanlığının kitleselleşmesini sağlayan Fethullahçılar, bayrağı iktidara devretmiş görünüyor. Yandaş kanallar, aynı soytarı takımının programlarıyla dolu. Belediyeler bu alçaklar için söyleşiler düzenliyor, bütçelerinden onlara kaynak aktarıyor.

İşte bu ortamda yetişen kimi ayrık otları “putları yıkacağız” diyerek; her biri ulusal bağımsızlığımızın birer nişanı olan Atatürk anıtlarına saldırma cesareti buluyorlar. “Yakalandı… Akli dengesi yerinde değilmiş… Cezasını çekecek…” açıklamaları artık kafi gelmiyor. Bu saldırıların kasıtlı ve sistematik olduğu açıktır. İktidar yaptığı hatalardan zerrece ders almamış, yeni hatalara da koşar adım ilerlemektedir. Bir cemaati devletten temizlerken –ki o da şüphelidir- nicelerini devlete yerleştirmektedir.

Toplumsal tepkiler bazen hiç olmadık yerde patlak verir. Siz yaptığınız hataları halkın hep hoş göreceğini, size duydukları sevginin sonsuz olduğunu, yetmediği yerde de korkuyla sindirebileceğinizi hesap edersiniz. Ama bu, bir gün sizin de bir Timişoara’nızın yaşanmayacağını garanti etmez. O yüzden fazlasıyla sınadığınız toplum reflekslerini daha fazla zorlamayın, yaptığınız hataları telafi etmeye yoğunlaşın. Ve unutmayın ki “İnsanın en zayıf anı, kendini en güçlü gördüğü andır.”

                   *           *         *         *

Son olarak benim de severek kullandığım, sosyal medya üzerine bir kaç söz etmek istiyorum.

Faal olarak kullanmaya başladığım ilk günden bu yana, belli bir kitlenin iki konuyu anlamakta güçlük çektiğine şahit oluyorum. 1- Atatürk’ün Türk Milliyetçisi olduğu 2 – Pkk ve türevlerinin terörist bir organizasyon olduğu. Bu tartışma götürmez iki gerçekliği, söz konusu kitleye bir türlü kabul ettiremedik. Atatürk’ü Lenin’in halefi, Che’nin selefi olarak göreni mi ararsın; Pkk’yı UNICEF’den hallice bir yardım kuruluşu mu? Sosyal medya; hadsizliğin, bilgisizliğin, sığlığın kalesi olmuş konumda. Bu yüzden biz Türkçülerin, insanlara ulaşmak için bir yol olan sosyal medyayı daha bilinçli kullanmamız elzemdir. Hakaret yerine gerçekleri haykırmak, insanlara itici gelen üslup yerine ikna edici olmak bize hayli fayda sağlayacaktır…

                   *           *         *         *

Atatürk ve silah arkadaşlarına minnetle…

Yaşasın 30 Ağustos, Yaşasın TSK!

Mahir ŞANLI