Geçen hafta, BAE’li bakanın attığı tvitin bir kaç gün öncesinde, “Profesör” ünvanlı bir zat Fahreddin Paşa’yı zan altında bırakan ifadeler kullandı. Siyasal İslamcılara mahsus “Araplara toz kondurmama” hastalığının bir neticesiydi bu ifadeleri. Ta ki ERDOĞAN’ın çıkışına dek…

On yılı aşkın süredir ülkede işleyiş bu şekilde. Televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada canhıraş şekilde savundukları fikirleri bir anda inkar edebiliyorlar. Biatın dahi ötesinde bir itaat bu. BAE’li bakan, hırsızlık ithamına Cumhurbaşkanının adını karıştırmasa, işi dönemin askerleriyle/idarecileriyle sınırlı tutsa muhtemelen her zaman yaptıkları gibi “İttihatçıların haltları, yoksa Araplar Osmanlıya çok bağlıydılar” diyerek işi geçiştireceklerdi. Ama işin içine “Erdoğan da ecdadı gibi hırsız” sözü girince hem Cumhurbaşkanı, hem de muhibbileri sert tepki gösterdiler.

Prof ünvanlı zat geçen hafta aynen şunları yazmıştı: “Medine’yi İngilizlere değil, Şerif Hüseyin Paşa ve Müslüman Araplara karşı müdafaa eden Fahreddin Paşa bile kahraman oldu.” Dedi ve “Cemal Paşa babamı as dese asarım diyecek kadar İttihatçılara bağlı olduğu halde mütareke emrine uymadı, yaverleri kendisini bağlayıp teslim etmek zorunda kaldılar. Bunu da kahramanlık diye yutturdular.” diye ekledi. Bu yazının devamında kutsal emanetlerin yağma edildiği hususunda da ifadeleri var.

Bugün aynı zat-ı muhterem Türkiye gazetesi’nde “Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa” başlıklı bir yazı kaleme almış. Güler misiniz ağlar mısınız? Bir hafta önce “kahraman diye yutturmaya çalışılan adam” olarak sunduğu Fahreddin Paşa’ya bugün methiye düzmüş. “Mütarekeye rağmen, kendisine gönderilen teslim ol emrini dinlemeyerek şehri 2 yıl 7 ay müdafaa etmeye devam etmiştir. Teslim olmaktansa kendimi de şehri de yakarım demiştir.” Bakın bu tornistanın izahı gerçekten mümkün değil. Bunu herhangi biri yapsa “cahil, dolduruşa gelmiş” der geçersiniz ama isminin başında Profesör olan bir zat bunu yapamaz. Yapmamalı…

Tarihe, mesleğine, okurlarına, bunlardan da önce kendisine zerre saygısı olan insan böyle aciz bir duruma düşmez. Sahada herhangi bir karşılığı olmayan ümmetçi ideolojilerini parlatmak için tarihi çarpıtmaya, hayali düşmanlar, hayali dostlar yaratmaya odaklı bu çarpık zihniyet, ülkeyi karanlık dehlizlere sürüklemeye devam ediyor. İşin acı tarafı da bu sürüklenmede lokomotif görevini “Profesör, Doçent” ünvanlı zat-ı muhteremler yürütüyor.

Şerif Hüseyin sürgünde olduğu Kıbrıs’ta “Başımıza gelenler, Osmanlı’ya ihanetmizin bedelidir.” diyerek vicdanını bastırmaya çalışırken, oğlu “Osmanlı’ya neden isyan ettik?” diye kitap yazarken, bunlar hala onları aklama derdindeler.

Cemal Erkin de hatıralarında, Kral Abdullah’ın kendisine babasıyla arasında geçen bir konuşmayı aktardığını yazıyor. Dışarıdan gelen İzmir Marşı için: ““Pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim, duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın. Bu dünyada çektiğim ıstıraptan artan vicdan azabıyla büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenab-ı Hak bu günahkâr kulunu dünyada affederek, ahirette daha büyük cezadan korusun…”

Hüseyin de ödedi, oğulları da… Ortadoğu ve Arap dünyası Osmanlı’ya, Türk’e ihanetinin bedelini ödemeye hala devam ediyor. Gördüğümüz acı tablolar elbette bizi de üzüyor ama bazı yanlışların bedelini ödemek maalesef kuşaklar boyu sürebiliyor. Tarih, bugün Türk’e ihanet edenler için büyük ibretlerle dolu.

Bakmasını, görmesini bilene…